Ferdi Tayfur’un ölümü üzerine Arabesk müzik tartışması çıktı. Bu tabii sadece arabesk müzikle ilgili bir konu değil. Mesele kültürün ideolojik bir aygıt olarak kullanılması meselesi.
Geniş anlamda kültür alanını (sanat, spor, folklör vs.) ideoloji aşılama ya da toplumu uyutma aracı olarak kullanmak tek taraflı bir şey değil.
İlk kurşunu kimin attığı belli değilse de Picasso’nun tablolarını “yeteri kadar komünist” bulmayan zamanın Fransız komünistleri kadar stadyumları halkı uyutacak beşikler olarak gören Franco da aynı şeyi yaptı.
Mesela Neoliberaller bu işin kitabını yazar. Hollywood filmlerinden bizdeki gülmeli, eğlenmeli zamane Yeşilçam filmlerine ve oradan arabesk müziğe kadar gider bu iş.
Şimdinin sadece toplumdaki yozlukları ortaya seren kadın programları, eğlendirici olmaktan çıkmış ve arka plan dedikoduları ile katılımcıların kavgaları üstünden rating yapan yarışmaları, sıradan insana dair bir şey anlatmayan, zengin ve illa ki mafyatik tiplemeleri anlatan yerli dizileri, aforizmalardan ibaret din soslu kişisel gelişim kitapları da bundan bağımsız değil.
Hakim gücün kültürel alanı kendi çıkarları için kullanması artık olağanlaştı.
Fazıl Say gibiler arabesk müzik konusunda belki karşıdakini aşağılayıcı abartılı tepkiler gösterdiler ama özünde haksız değillerdi.
Gelgelelim yüksek kültür diyebileceğimiz sanat eserleri, bağımsız filmler, edebiyat eserleri vs. de belli bir şekilde bu neoliberal yozlaşmadan nasibini aldı.
Sanat, ideoloji ve dinle birlikte yaşamı anlamlandırma yollarından biriyken artık yarıştan koptu ve özellikle ideolojiyle olan -birbirini karşılıklı etkileme- savaşını kaybetti. Bugün artık sanatın ideolojiyi etkilemesinden söz etmek çok güç. İdeoloji sanatın kendisini etkileme gücünü elinden aldı. Bugün artık tek taraflı bir etkiden; ideolojinin sanat alanına etkisinden, sanat alanını işgalinden hatta istilasından söz edilebilir.
Sanat toplum için değil artık. Artık sanat sanat için yapılır oldu. Dünya savaşları ve özellikle 2. Dünya Savaşı sonucunda insanların moderniteye -aslında kendine- olan inancı sarsıldı. Sanırım bunu da “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarcadır” diyerek Adorno duyurdu tüm dünyaya.
Sonra gelen postmodernizm sanatı toplumun içinden çıkardı, onu bir psikolojik olguya dönüştürüp bir köşeye fırlatıp attı. Sait Faik’ler, Andy Warhol’ler türedi her yerde. İçinden toplumun ve devletin çıkarıldığı ve üstelik hiçbir tanrısallığı kalmamış insancıkların sanatı veya mevcut düzeni aksi hayal edilemez bir gerçeklik olarak sunan ve bu anlamda yoz bir ideolojiyi dayatan bir sanat. Bunda ne Andy Warhol’ün ne de Sait Faik’in suçu var elbette. Zamanın ruhu bunu emretmişti denebilir. Sonrası bugüne kadar süren tam bir yele göre savrulma…
Sanatın gücünü fark etmesini, onu tekrar eline alarak ideolojik alanı etkilemesini ben insanlık için çok önemli buluyorum. Zira hepimizin içten içe hissettiği bu kötüye gidişi durdurabilecek yegane enstrüman olarak sanat var elimizde. Ancak bu hiç de kolay değil. Öncelikle sanata bakışımızı değiştirmeliyiz. Biz bakışımızı değiştirdikçe sanat da değişecek ve giderek önce insanlığı sonra da ideolojik alanı şekillendirme gücünü kazanacaktır.

Sayfaya abone olarak Ufuk Tekin’in yeni yazılarından mail ile haberdar olabilirsiniz.
Yorum bırakın