Hani böyle kurgusal, distopik değil de hayatın içinde ama aynı zamanda çoğunluğun hayatına dahil olmayan anlatıları konu edinen sanattan bahsediyorum.
İnernette kaynak çok.
Kökleri ta Marquis De Sade a kadar gittiği söylenen bir sanat türü. Kahramanı olmayan, daha doğrusu kahramanları anti kahraman olan, iyi olmayan ya da olamayan insanların hayatlarını yalın bir dille aktaran sanat.
Bir yandan baktığınızda varoluşçu felsefe ile ilinti kurabileceğiniz, belki de sanayi devriminden sonraki ilk büyük başkaldırılardan Beat Kuşağının bir çok temsilcisinin öncülerinden olduğu sanat türü.
Kuralsızlık, acı çekmek/çektirmek, pornografi ve küfrün doğal sayıldığı, bir nevi bizlerin hayatına TUTUNAMAMIŞ olanların anlatıldığı sanat.
Bir yerleşik düzen eleştirisi, kapitalizme yöneltilen büyük bir eleştiri.
Ayrıca toplum içinde muhtemelen en çok biz hukukçular bu sanatın konusu olan insanlarla ilişki kuruyoruz.
Benim çok ilgimi çekiyor.
Sanırım çoğumuzun bu türle ilk karşılaşması Dövüş Kulübü filmiyle oldu.
Ben bu türdeki favorilerimi sıralamak isterim.
Kitapta kararsızım. Chuck Palahniuk’un Ölüm Pornosu gerçekten bitirmekte zorlandığım ama bu türün çok önemli bir kitabıydı benim açımdan.
Nick Cave’in (Evet şarkıcı olan) “Bunny Munro’nun Ölümü” kitabına ise bayıldım. Bunny’den nefret ettim, oğluna acıdım tüm kitap boyu. Ama Bunny ölünce gene oğluna acıdım.
Bir de Sartre’ın Bulantısı var ki gerçekten bulantı ve bunaltı geliyor okurken. Felsefi altyapısı ise muazzam. Önce biçim sonra öz gelir.
Resim: Rakipsiz bir şekilde, Edvard Munch’dan Çığlık
Tam olarak underground sayılır mı bilmiyorum ama bende tam olarak o hissi uyandırıyor. Munch’un uyuşturucuyu bıraktıktan ve hayatına çeki düzen verdikten sonra eserlerinin kalitesinin çok düştüğünü söylerler 🙂
Müzik: ?
Film: The Crove/Karga
İlk olarak üniversitede seyretmiştim ve sonra defalarca kez seyrettim. Hala da bıkmadan seyrederim.