
Jack Kerouac’in Yolda romanını anımsatan, bölüm ayrımı yapılmadan hatta pek paragraf ayrımı da yapılmadan yazılmış bir roman. Bu haliyle sayfalara kuş bakışı bakıldığında okuması sıkıcı olacakmış gibi görünse de sayfa sayısı az olduğu ve akıcı bir anlatımı olduğu için bir iki oturuşta kitabı bitirebilirsiniz.
Zaten bu yazım tekniğini kullanarak bize sular seller gibi akacak o sebeple hiçbir bent, sınır, bölüm kabul etmeyen bir metin yazdığını söylüyor yazar.
Giriş bölümünde lise edebiyat öğretmeni olan kahramanımız Elias Rukla’nın bir dersine konuk oluyoruz. Bu sıkıcı derste Henrik Ibsen’in Yaban Ördeği kitabını inceliyorlar. Solstad’ın edebiyatının gücü bu giriş bölümünde kendini gösteriyor. Bu bölümü okurken kendinizi bir Raymond Carver öyküsünde sanabilirsiniz. Yazar bize öğrencilerin bu derste nasıl da sıkıldıklarını o kadar iyi bir biçimle anlatıyor ki anlatınının bu biçiminden dolayı bölüm sonuna doğru okuyucuyu da sıkıntı basıyor. Sürekli tekrarlar içeren, aynı şeylerin etrafında dolanan bu bölümün sonundaki İbsen’in kitabının bir bölümünün tekrar ve bu kez bir kız öğrenci tarafından okunduğu bölümü biz de öğrenciler gibi sıkıla sıkıla okuyoruz. Yazarın bunu bilinçli yaptığını fark edince yeteneğine şapka çıkardım.
Rukla bu bölümün sonunda kendisi gibi 25 yıldır bu işi yapan ve aslında yaptığı işi seven örnek bir öğretmenden hiç beklenmeyecek tavırlar sergiliyor. Hiç kimseye fiziksel bir zarar vermeden cinnet geçiriyor diyebiliriz.
Geriye doğru yazılmış olan bu kitabın sonrası onun bu noktaya nasıl geldiğinin ta üniversite zamanlarından başlayan bir anlatısı.
Kitapta iç sesine çok yakın bir üçüncü tekil anlatıcı kullanılmış. Çok heyecanlı, anlatma isteğiyle dolup taşan, tüm yaşadıklarını, yıllardır görüşmediği can dostuna anlatır gibi bir içtenlik ve coşkuyla anlatan bir anlatıcı bu. Öyle ki zaman zaman yazarın da bu anlatma iştahına yenildiğini görüyoruz. Özellikle 80’li sayfalarda başlayan dur durak bilmeyen bir anlatı var. Bu bölümde kitap konudan kopuyor. Ben bu bölümde -Anlattıkları benim için son derece ilgi çekici olsa ve yazara çok büyük ölçüde katılsam da- romandan ziyade yazarın toplumsal dönüşümle ilgili yazdığı bir makaleyi okuyormuş gibi hissettim. Bu anlattıklarını kitaptaki işleyişe yedirebilirdi diye düşündüm. Öyle olsa etkisi de daha yoğun olurdu.
Konuda -bir yer hariç- gizli saklı veya sürpriz içeren bir durum yok. Yazar zaten bunu saklama ihtiyacı duymamış. Hemen başlarda açıklamış. Rukla’nın, hayattaki en yakın dostunun karısıyla evlenmesinin hikayesi bu. Ancak kitabı bitirip de geriye doğru anlamlandırınca gerideki mesajın çok baskın olduğunu, hatta zaman zaman handiyse romandaki hikayenin tek amacının mesajın aktarılmasına hizmet etmek olduğunu düşündüm. Karısının gençlik çağındaki, yazarın tabiriyle “kelimelerle izah edilemeyecek” ölçüdeki güzelliğinin yaşının ilerlemesiyle yok oluşu tam bir dünya metaforu. Rukla’nın düşlediği dünya/düzen/toplum bir düş kadar güzel bir kadınken mevcut dünya o güzelliği yitirmiş, zarafetini kaybetmiş onun yerine pahalı eşyalara karşı tamahkarlığa kapılmaya başlamış orta yaşlı bir kadın olarak betimlenmiş.
Rukla’nın karısı Eva’nın güzelliğinin, betimlenerek değil kavramsal şekilde (çok güzel kadın, güzelliği kelimelere sığmaz gibi anlatımlarla) verilmesi ve bu güzellik vurgusunun dönüp dönüp tekrar edilmesi yazarın subjektif bir güzellik anlayışına hitap etmeyi değil hepimizin kafasındaki güzel kavramını (güzel olan her ne ise, kafanızdaki güzel kadın kavramı her nasıl ise) maksimal bir şekilde (bir şey ne kadar güzel olabilirse o kadar güzel) vurgulama isteği de bu görüşümü güçlendirdi.
Kitap saf bir düzen eleştirisi. Her şeyiyle buna hizmet ediyor. Bir metaforlar ve tekrarlar yığını. Kendisiyle ilgili marksist, eşitlikçi hayaller kurulmasına müsait olan dünyanın kapitalizme evrilişinin yarattığı hayal kırıklığının ve bu değerleri benimsemiş insanların giderek toplum içinde yalnızlaşmasının, giderek yaşadığı topluma yabancılaşmasının romanı bu. Bunun bireye yansıması, insanların doyurucu sohbetler, tartışmalar yapamaması olgusu üstünden çok güzel aktarılmış. Mesajın konuya işlenmesi kısmı eksik kalmış olsa da anlatımdaki coşkunluğu, özellikle giriş bölümündeki usta işi edebiyatıyla okunmaya değer bir roman.